Filistin’in Tulkerim bölgesindeki Nur Şems Mülteci Kampı’nda, 31 Aralık 2025 tarihinde İsrail güçleri tarafından gerçekleştirilen yıkımlarda 25 ev tahrip edildi. Bu yıkımlar sonucunda yaklaşık 100 aile evlerini terketmek zorunda kaldı. Olay, uluslararası toplumun dikkatini çeken bir insan hakları ihlali olarak öne çıkarken, Filistinli yetkililer durumu kınayan açıklamalar yaptı. Yıkım işlemleri, Filistinli mültecilerin yaşam alanlarının hedef alındığı bir politika olarak değerlendiriliyor. Bu yıkımlar, sadece fiziksel bir tahrip değil, aynı zamanda köklü bir insanlık dramının devamı olarak da yorumlanıyor.

Yıkımla ilgili yapılan resmi açıklamalarda, bu eylemlerin “planlı bir politika” olduğu vurgulandı. İsrail’in, mülteci kamplarını boşaltma amacında olduğu ve bu tür eylemlerin, Filistin davasının temelini hedef aldığı kaydedildi. Filistin Dışişleri Bakanlığı, yıkımların sivil binalara yönelik olduğunu ve güvenlik gerekçesi taşımadığını belirtti. Bu noktada, yıkım ve zorla yerinden etme uygulamalarının uluslararası hukukun açık bir ihlali olduğu ifade edildi. Özellikle Birleşmiş Milletler'in 1948 tarihli Mültecilerin Durumuna Dair Sözleşmesi, insanların zorla yerinden edilmesine karşı açık bir tutum sergilemekte ve bu tür eylemleri yasaklamaktadır. Ancak, bu yasaklamalara rağmen, İsrail’in uygulamaları, uluslararası hukukun ihlaline dair ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

Bu olay, sadece bir yıkım değil, aynı zamanda "Nekbe" sürecinin devamı olarak nitelendiriliyor. 1948’de başlayan ve Filistin halkının topraklarından sürülmesiyle sonuçlanan bu süreç, günümüzde de benzer uygulamalarla sürdürülüyor. Filistinli yetkililer, yıkımların, mülteci haklarını ihlal eden yeni bir suç teşkil ettiğini belirtiyor. Bu bağlamda, Filistin topraklarında yaşanan insani krizler daha da derinleşiyor. Zira, yıkımların ardından ailelerin barınma, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekmeleri, bölgedeki insani durumu daha da kritik hale getiriyor.

Uzmanlar, İsrail’in bu tür yıkım eylemlerinin, bölgede kalıcı bir barış sağlama çabalarını olumsuz etkilediğini belirtmektedir. Bu tür uygulamalar, yalnızca fiziksel yapıları değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı da derinden sarsmaktadır. Mültecilerin yaşam koşullarını daha da zorlaştıran bu politikaların, uluslararası toplumun müdahalesine ihtiyaç duyduğu ifade ediliyor. Özellikle, Filistin’deki mülteci ailelerin yaşadığı travmanın, çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Eğitimden mahrum kalan çocuklar, ileride daha büyük sosyal ve ekonomik sorunlarla karşılaşma riski taşımaktadır.

Yıkımların toplumsal etkileri oldukça geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Yaklaşık 100 ailenin evsiz kalması, sadece bireysel yaşamları değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da sekteye uğratmaktadır. Ekonomik olarak zayıf olan bu aileler, yeni yaşam alanları bulmakta zorlanırken, bu durum Filistin’in genel ekonomik yapısını da tehdit ediyor. Eğitim, sağlık ve temel ihtiyaçlar için gereken kaynakların azalması, toplumda ciddi sorunlara yol açabilir. Filistin ekonomisi, zaten yıllardır süren işgaller ve kısıtlamalar nedeniyle dar bir bütçeye sahipken, bu tür yıkımlar, toplumsal refahı daha da sarsıcı bir hale getiriyor.

Benzer yıkım örnekleri, dünya genelinde farklı coğrafyalarda da gözlemlenmektedir. Örneğin, Suriye ve Yemen gibi savaş bölgelerinde de sivil yapılar hedef alınmakta ve mülteci krizleri derinleşmektedir. Bu bağlamda, uluslararası toplum, benzer durumlarla karşı karşıya kaldığında genellikle tepkisiz kalmakta ya da geç müdahale etmektedir. Bu durum, global bir insan hakları ihlali sorunu olarak karşımıza çıkıyor. İnsan hakları savunucuları, bu tür eylemlerin durdurulması için uluslararası baskı yapılması gerektiğini vurgularken, bu tür eylemlerin önlenmesinin yalnızca o bölgedeki insanları değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir sorumluluk olduğunu ifade ediyorlar.

Sonuç olarak, İsrail’in Nur Şems Kampı’nda gerçekleştirdiği yıkımlar, Filistin’deki insani krizin bir başka boyutunu gözler önüne seriyor. Uluslararası hukuk açısından tartışmalı olan bu eylemler, Filistin halkının yaşadığı zorlukları daha da derinleştirmekte. Gelecek süreçte, uluslararası toplumun bu duruma nasıl bir yanıt vereceği ve bölgede barışın sağlanabilmesi için atılacak adımlar büyük önem taşıyor. Eylemlerin durdurulması ve mültecilerin haklarının korunması, kalıcı bir çözüm için elzem.

Bu bağlamda, uluslararası toplumun, Filistin'deki insan hakları ihlallerine karşı daha aktif bir tutum sergilemesi gerekmektedir. Sadece diplomatik düzeyde değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütlerinin de desteklenmesi, yıkım ve zorla yerinden etme uygulamalarının sona ermesi için gerekli adımların atılmasına yardımcı olabilir. Filistinlilerin yaşam alanlarının korunması, sadece bir insanlık görevi değil, aynı zamanda gelecekte barışın tesis edilmesi için de kritik bir adımdır.

Bu analiz, aşağıdaki kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında hazırlanmıştır:

  • TRT Haber