Suriye’nin güneyinde, özellikle Dera ve Kuneytra bölgelerinde İsrail ordusunun gerçekleştirdiği askeri hareketlilik artarak devam ediyor. 15 Aralık 2025 tarihinde, Suriye resmi haber ajansı SANA, İsrail güçlerinin Kuneytra’nın Jabata el-Kaşeb kasabası ile Ayn el-Bayda yolu üzerinde beş askeri araçla kontrol noktaları kurduğunu bildirdi. Bu durum, bölgedeki gerginliğin daha da tırmanabileceği endişelerini beraberinde getiriyor. Uzun bir süre boyunca devam eden bu ihlaller, bölgedeki siyasi ve sosyal dinamiklerin yanı sıra uluslararası ilişkilerin de yeniden şekillenmesine neden oluyor.
İsrail ordusu, son dönemde bölgeye sık sık askeri araçlarla giriş yaparak, kontrol noktaları oluşturmakta ve "arama tarama" faaliyetlerine devam etmektedir. Bu tür eylemler, sadece askeri bir strateji olarak değil, aynı zamanda sivil halk üzerinde de büyük bir baskı unsuru oluşturmakta. Sivil savunma uzmanları, bu tür kontrol noktalarının, yerel halkın hareket özgürlüğünü kısıtladığını ve korku ortamı yarattığını belirtmektedir. Şam yönetimi, bu hareketlerin 1974 Ayrılma Anlaşması’nın açık bir ihlali olduğunu vurgulayarak, uluslararası toplumdan daha fazla dikkat bekliyor. Bu durum, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların Suriye'deki durumu daha dikkatli bir şekilde izlemesi gerektiği anlamına geliyor.
İsrail’in saldırılarının geçmişine bakıldığında, Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın açıklamalarına göre, 8 Aralık 2024 ile 18 Temmuz 2025 arasında Suriye’nin çeşitli bölgelerine binin üzerinde hava saldırısı ve yaklaşık 400 kara baskını düzenlendiği görülüyor. Bu saldırılar, Suriye’nin egemenliğine yönelik ciddi bir tehdit oluşturmakta ve bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır. Özellikle Dera ve Kuneytra gibi stratejik öneme sahip bölgelerde gerçekleştirilen bu saldırılar, yalnızca askeri hedefleri değil, aynı zamanda sivil altyapıyı da hedef almakta, bu da insani krizin derinleşmesine yol açmaktadır.
Uzmanlar, İsrail’in bu tür eylemlerinin temel sebebinin, kendi güvenlik endişeleri olduğunu dile getiriyor. Ancak bu güvenlik kaygıları, sivil halkın yaşamını tehdit eden bir boyuta ulaşmakta. Ayrıca, bölgedeki karmaşık siyasi yapı ve iç çatışmalar da, İsrail’in askeri müdahalelerini meşrulaştıran bir zemin hazırlıyor. İsrail hükümeti, özellikle İran’ın Suriye’deki varlığını ve Hizbullah’ın güçlenmesini, kendi ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirmekte. Bu bağlamda, uluslararası ilişkilerdeki güç dinamikleri de etkilenmekte ve bölgedeki aktörlerin stratejileri yeniden şekillenmektedir.
İsrail’in Suriye’ye yönelik ihlallerinin toplumsal etkileri oldukça derin. Yerel halk, sürekli bir tehdit altında yaşamakta ve bu durum, bölgedeki insan hakları ihlallerini artırmakta. Ekonomik açıdan da, bu tür askeri hareketlilikler, yerel ticaret ve günlük yaşam üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta. İnsanlar, güvenlik kaygıları nedeniyle işlerini kaybetmekte ve göç etmek zorunda kalmaktadır. Ayrıca, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi temel ihtiyaçlar da ciddi şekilde etkilenmekte. Eğitim kurumları sık sık kapatılmakta, hastaneler ise bombardımanlar nedeniyle faaliyetlerini sürdürememekte.
Bu tür insani krizler, uluslararası toplumu harekete geçirecek bir zemin hazırlıyor. Birçok insan hakları kuruluşu, bölgedeki durumun ciddiyetine dikkat çekmekte ve hükümetleri bu ihlallere karşı daha etkin bir şekilde tepki vermeye çağırmaktadır. Ancak, uluslararası toplumun bu tür durumlara müdahalesi genellikle yetersiz kalmakta. Suriye’deki savaşın karmaşıklığı, uluslararası aktörlerin müdahalelerini zorlaştırmakta ve bu durum, yerel halk için daha fazla acı ve zorluk anlamına gelmektedir.
Benzer durumlar, dünya genelinde farklı coğrafyalarda da gözlemleniyor. Özellikle Orta Doğu’da, benzer askeri müdahale ve ihlaller, çeşitli ülkelerde yaşanmakta. Örneğin, Irak ve Yemen’de de benzer askeri stratejilerin uygulandığı ve bu durumların sivil halk üzerindeki olumsuz etkileri sıklıkla gündeme gelmekte. Bu tür karşılaştırmalar, İsrail’in eylemlerinin uluslararası arenada daha geniş bir bağlamda ele alınmasını gerektiriyor. Ayrıca, bu durum, uluslararası hukuk açısından da önemli bir tartışma yaratmakta; zira Suriye’nin egemenliğine yönelik ihlaller, uluslararası hukukun temel ilkeleriyle çelişmektedir.
Sonuç olarak, İsrail’in Suriye’nin güneyindeki ihlalleri, bölgedeki istikrarsızlığın artmasına ve yerel halkın yaşam koşullarının daha da zorlaşmasına neden olmaktadır. Gelecek dönemde, uluslararası toplumu bu tür ihlallere karşı daha etkin bir şekilde harekete geçmeye zorlayacak gelişmeler yaşanabilir. Bu bağlamda, Suriye’nin egemenliğine yönelik tehditlerin azaltılması ve insan haklarının korunması adına atılacak adımlar, bölgedeki barış için büyük bir önem taşıyor. Uluslararası topluma düşen görev, Suriye’deki insanlık dramının son bulması ve bölgedeki barışın sağlanması için gerekli adımları atmaktır.
Bu analiz, aşağıdaki kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında hazırlanmıştır:
- TRT Haber
Yorumlar
Toplulukla düşüncelerini paylaş
İlk yorumu sen yaz.