Gazze, uzun süredir süregelen çatışmalar ve insani krizlerle boğuşurken, en savunmasız gruplardan biri olan çocuklar, bu ortamda seslerini kaybetmiş durumda. İşgalci İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılar, sadece fiziksel yıkım değil, aynı zamanda çocukların psikolojik durumları üzerinde de yıkıcı etkiler yaratıyor. Bombalar, açlık, susuzluk ve çaresizlikle birleşen bu durum, çocukların hayatla kurduğu bağları koparıyor. Çocuklar, bir zamanlar umut dolu hayalleri olan bireyler olmaktan çıkıp, hayatta kalma mücadelesi veren sessiz varlıklara dönüşüyor.

Gazze'deki hastaneler, savaşın yıkıcı etkileri altında adeta birer mezar haline geldi. Elektriksiz kalan yoğun bakım odalarında hayatını kaybeden bebekler, tedavi imkânı bulamayan yaralı çocuklar ve acil müdahale bekleyen hastalar, bu insani felaketin en çarpıcı örneklerini oluşturuyor. Savaşın yarattığı korku ve belirsizlik ortamı, çocukların hastanelerde bile güven bulmasını imkânsız kılıyor. Oksijen yetersizliği ve tıbbi malzeme eksikliği, tedavi edilemeyen hastaların sayısını artırarak, Gazze’deki ölüm oranlarını yükseltiyor. Bu durum, savaşın yarattığı travmanın ne denli derin olduğunu gözler önüne seriyor.

Uluslararası kuruluşların raporlarına göre, Gazze’deki abluka ve insani yardımların engellenmesi, sistematik bir yok etme politikası olarak değerlendiriliyor. Temiz suya erişim imkânsız hale gelmişken, çocuklar tuzlu ve kirli su içmek zorunda kalıyor. Açlık, günlük yaşamın bir parçası haline geldi; temel gıda maddeleri ya hiç ulaştırılamıyor ya da kısıtlı bir şekilde geliyor. Yardım konvoylarının hedef alınması ve insani yardım girişimlerinin engellenmesi, toplumun her kesiminde derin bir çaresizlik duygusu yaratıyor. Bu durum, çocukların hem fiziksel sağlığını hem de psikolojik durumunu olumsuz etkiliyor.

Birleşmiş Milletler ve diğer insani yardım örgütleri, Gazze’yi modern tarihin en ağır insani felaketlerinden biri olarak tanımlıyor. Açlıktan ölen çocuklar, yetersiz beslenme nedeniyle gelişimi duraklayan bebekler ve uzun süre boyunca tek öğünle hayatta kalmaya çalışan aileler, bu acı tablonun sıradan parçaları haline geldi. Artık evler, çocuklar için güvenli alanlar olmaktan çıkarken, hastaneler korku ve umutsuzluk sembolü haline geldi. Yardım kelimesi ise çoğu zaman ulaşılmayan bir vaat olarak kalıyor, bu da çocukların daha da derin bir umutsuzluğa sürüklenmesine neden oluyor.

Bu korkunç koşullar altında büyüyen çocuklar, konuşmak yerine hayatta kalmayı öğreniyor. Sürekli bombardıman tehdidi altında yaşamak, kelimelerin anlamını kaybetmesine yol açıyor. Gazze’de binlerce çocuk, işgalci İsrail’in yürüttüğü bu barbar soykırımın hem tanığı hem de doğrudan hedefi haline geldi. Susmak, bu çocuklar için bir tercih olmaktan ziyade, yaşadıkları büyük korkunun ve çaresizliğin doğal bir sonucu oluyor. Çocukların zihinlerinde sürekli bir alarm hali var; bu da onların kendilerini ifade etme becerisini büyük ölçüde engelliyor.

Ailelerin gözünden, çocuklarının saldırıların ilk haftalarında hala konuşabildiği, ancak zamanla tamamen içine kapandığı görülüyor. Bombalar dursa bile korku susmuyor; bu durum, travmanın dışavurumu haline geliyor. Gazze’de konuşmayan çocuklar, yaşananların geride kalmadığını, iç dünyalarında yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Çocuklar, sessizliğin kendileri için bir koruma mekanizması haline geldiğini fark ediyorlar. Bu durum, onların gelecekteki duygusal ve sosyal gelişimlerini olumsuz etkileyebilir.

Savaşın etkilerinin yalnızca fiziksel değil, psikolojik olduğu da gözlemleniyor. Okullar, çocukların sadece eğitim aldığı yerler olmanın ötesinde, güvenli alanlar olarak işlev görüyordu. Ancak, saldırılarda hedef alınan bu okullar, artık çocukların oyun oynadığı ve kelimelerle dünyayı anlamlandırdığı yerler olmaktan çıkmış durumda. Öğretmenlerin hayatını kaybetmesi veya yerinden edilmesi, çocukların sosyal gelişimini derinden etkiliyor. Oyun alanları moloz yığınlarına dönüşürken, sokaklar artık kaçış güzergâhı haline geldi.

Sonuç olarak, Gazze’deki çocukların yaşadığı bu travmatik deneyimler, bireysel bir sorun olmanın ötesinde toplumsal bir kırılmayı işaret ediyor. Bugün susan çocuklar, yarının yetişkinleri olacak ve ifade edilemeyen travmalar ilerleyen yıllarda derin sosyal ve psikolojik yaralar olarak ortaya çıkma riski taşıyor. Gazze’deki bu durum, sadece o bölgedeki çocukları değil, tüm insanlığı ilgilendiren bir sorun haline gelmiş durumda. Bu nedenle uluslararası toplumun, Gazze’deki çocukların seslerini yeniden duyabilmesi için acil adımlar atması şart.